GÖZLEMCİNİN
GÜNLÜĞÜ

Gözlemci: Nihat Al

Baktığını görmek
Bakmadan da görmek

BİR BARDAK BİLİNÇ

Bir bardak portakal suyu için orta boy 3-4 adet portakal gerekiyor. Peki, bir bardak bilinç için acaba orta boy kaç adet kitap gerekiyor?
Canım, bilinç de bardakla mı ölçülürmüş demeyin. Daha uygun ölçü birimi bulanlar, bardak yerine onu kullansın. Burada önemli olan bilinç birimi değil, zihni uyanıklık için gerekli kitap sayısı. 5 mi, 105 mi, 305 mi, 1000 mi?
Rakamın saptanması, eğitim planları nın düzenlenmesi açısından da, kaynak ve zaman israfı açısından da çok önemli. Kişiye zorunlu olarak 5 kitap okuttunuz, hayret, pırıl pırıl bir beyin; hayrını şerrini ayırt ediyor, kül yutmuyor, Evren i, Dünya yı, Ülke sini doğru yere oturtmuş, İnsan ı, Olay ı, Eşya yı doğru yorumluyor Bir başkası bu duruma 105 kitap sonrası ulaştı, öbürü 305 ten sonra. Tamam işte, zorlamayın artık, bundan sonrası onun ağa gönlüne kalmış, isterse devam etsin. Siz enerjinizi diğer yurttaşlara çevirin. Tümü eğitilsin yurdum insanının.
Ama kimileri var ki, akademisyen olduğu için nice kitaplar devirmiş! Velakin devekuşu gördüğünde
“Ne güzel bülbül ! diyor
- “Nerden çıkardın bülbülü?” /em>diyorsunuz.
- “Beni muhtar yanılttı diyor.”
-İyi de güzel kardeşim, muhtar her şeyi bilmiyor ki, kendisi yanılınca bak senin de kanına giriyor. Hem yakışır mı senin akademisyenliğine, 80 muhtar bir araya gelse seni şaşırtmaya güçleri yetmemeli.” diyorsunuz. Cevap hazırmış ;
- Benim uzmanlık alanım kuşlar alemi değil ki “ diyor.
O zaman neden uzmanlık alanı dışındaki konularda ahkâm kesmeğe devam ettiğini açıklayamıyor. Uzmanların uyarılarına neden kulak tıkadığını da.
Şimdi bu durumda yöntem tayini de zor; bu kişi kendi haline mi terk edilmeli yoksa ,”Madem okuyunca böyle oluyorsun, artık okuma” mı denmeli ?
Gerçi yanıldığını söylemekle ayıktığını da belirtmiş görünüyor ama, ya bu O’nda alışkanlık haline geldiyse. Nitekim ilerde gene “ yanılmışım” diyeceği şeylere devam ediyor; olmaması gereken bir yerde ;ayrılıkçılara danışman.
Bir başka vakitte bir başka akademisyen. Bilgi, güzellik ve belagatıyla ışıl ışıl. Sunucu, komşularımızla ürküten sıcaklıktaki ilişkilerimizin mimarından bahsedince, “Ben O’nun politikasını doğru buluyorum.” diyor. “Suriye’nin bu kavgayı kaybetmesine oynuyor, politikada risk almazsanız kazançlı da çıkamazsınız.”
diyor.
Bu beyanda yanılgıdan ziyade korkunun payı varmış gibi gözüküyor.
Yani oyun, harbe girme kadar büyük risk taşıyacak, ama siz aşağıdaki sorunları görmezden geleceksiniz, piyango bileti almış gibi sonucu bekleyeceksiniz.
  1. Suriye’nin kaybetmesi çok uzarsa n’olur?
  2. Komşunuzun kaybına oynamak ne mene onur verici bir iştir.
  3. Ya prestij getireceğine sıranın bize geldiği fikrini getirirse n’olur?
  4. İran ve Rusya öksürmeğe başladılar, acaba aksırmağa da başlarlar mı?
  5. Hele hele işin maliyeti ile uluslar arası hava tatsız bulunur da Suriye’ye uygulanan tavırdan vazgeçilirse n’olur, yani Suriye kaybetmezse n’olur?
  6. Sığınmacıların ağırlanması, ordunun hareketlenmesi, sınır ticareti ile o sınırdan ötelere uzanan ticaretin neredeyse sıfırlanışı toplam neye mal olmakta… Hani biz dimyata pirince gidiyorduk !
  7. Sıkıntının bizim mimarımızdan kaynaklanmadığını, asıl kaynağın Suriye olduğunu belirtiyor. Sunucu da zihnen yorulmuş olmalı ki, konu bu tatlı saptamayla sonuçlanıyor.
    “Sanki Suriye’nin yaşadığı dramın esas müsebbibi biziz”, diyen varmış da, o düşünce cevaplanmış gibi…Hayır efendim, biz ne tavır takınsak komşu bu duruma geliyor olabilecekti. Mimarımızın hamaratlığı, düşmekte olan komşunun kabasına indirilen tekmenin inşasında.
    Aynı konuda mimarın kendisi en şaşırtıcı sorusunu soruyor:
    - “Zulmeden yönetimi mi tutsaydık ?”
    Biz karşıtlarını tutuyoruz. Yani illa birini tutacak ve taraf olacağız. Hem de sadece hak ve adaletten yana olduğumuzu belirterek değil, sıcak çatışmada taraf olarak…
    Ne veya kim itiyormuş bizi buna ? Sınırları içine hapsolmuş bir anlayıştan ekonomik ve kültürel alanda bölgesindeki etkinliği artan bir politika anlayışına geçişimiz itiyormuş ! Yani emperyal ülkeleri iten bizi de itiyor.
    Teknik, bilim, kültür ve sanatta sergilenen başarılarla etkinlik arttırma değil yöntem! Çatışmalarda taraf olmakla!
    Hem de emperyal değilken, öyle davranmakla! Siz gücünüz yetti diye böyle davranırsanız, size gücü yetenin de aynı tarzda davranmasına meşruiyet kazandırmış olurmuşsunuz, ne gam!
    Acaba bu korkuya da bir başka muhtar mı sebep oldu ?
    Neyi tarif etmeli? Bilinci mi, eğitimi mi, korkuyu mu?
    Bilinçle eğitimi derseniz, mümin ve mutekidi mi bilinçli ve eğitimli sayacaksınız, yoksa müspet bilimlerin kompozisyonundan medet uman saftorik aydınları mı ? Korku ne? Şimdi korkutan şeylere karşı duyulan mı. Yoksa ülke nin içine düşeceği duruma karşı duyulan korku mu? Tarifleri kim yapacak ? Yani sorular uzayıp gidiyor. Şu muhtarların sorunları keşke yalnız kendilerini ilgilendirse.
    Suriye'den Kaçış
3sutun'a Git            Baş Sayfaya Geri Dön