DOĞRU DÜŞÜNMEMİZİ ENGELLEYEN GÖLGELER
Düşünmek bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimizdir. “düşünüyorum, öyleyse varım ” diyerek düşünme yeteneğimizi varlık sebebimiz sayarız.
Tanrının bize bahşettiği bu çok önemli yeteneği acaba gerektiği gibi değerlendirebiliyor muyuz?
Düşünüp doğru sonuca ulaşmaya çalışırken bizi etkileyen bir yığın unsurun farkında mıyız?
Işığımızı kesen, gerçeği arayan bizlerin yolunu karartan bir takım gölgeler in etkisinden kurtulabiliyor muyuz?
Bu sorulara olumlu cevap verebilmemiz ne yazık ki pek mümkün değil. O halde bu gölgelerin neler olabileceğine bir bakalım:Düşünce sistemimizi harekete geçirdiğimizde bizi etkileyen en önemli unsur kendi kimliğimizdir: Erkeksek, kadın Hakları konusuna bakışımız, kadınların bakışının tam tersidir. Asla kendimizi onların yerine koyarak düşünemeyiz. Gencizdir, yaşlıların bizi hiç anlamadığından yakınırız. Yaşlıysak, “Ben gençliği bilirim, ya siz yaşlılığı bilir misiniz?” diye şarkı bile yazarız. Bir kız yeterince güzel değilse ona göre fiziğin önemi yoktur. Asıl güzellik insanin aklının içindedir. Birinin patron, birinin işçi olduğu bir üretim alanında en sağlıklı çalışma ve üretim tarzına ulaşabilmek için tek bir doğru olduğu halde, taraflar, konuya kendi işçi ve patron kimliklerinin gölgesinde yaklaştıkları için, doğru fikre ulaşacaklarına greve veya lokavta giderler. Yabancı dil bilen üniversite hocaları, üniversitede eğitimin geçerli bir yabancı dilde yapılmasını savunurken, yabanca dil bilmeyen hocalar ”Biz tercüman mı yetiştireceğiz yoksa doktor, mühendis mi?” diye karşı çıkarlar. Bilgisayarı çok iyi kullanabilen bir yönetici, kurumunda her Şeyi bilgisayar ortamına taşımaya çalışırken, bilgisayarın tuşuna bile basamayan bir başkası bunu gereksiz görür, “Biz bu işleri hep Facit’le yapardık” gibi komik bir itirazda bulunur.
İnsanın donanımı veya konumu, bunlardan soyutlanarak düşünebilmeyi ve doğruya ulaşmayı zorlaştırır. İnsan aklının üzerindeki en koyu gölge dinî inançlardır. Aynı tanrının farklı dinlerine iman etmiş insanlar, birkaç bin yıldır neden birbirlerinin kanını döker dururlar? Bu gün bile en liberal ülkelerin anlı şanlı yöneticileri, ihtilaflara çözüm üretirken din gölgesinden kurtulamazlar. Dünyanın en güncel ihtilaflarının temelinde ekonomi vardır mutlaka ama, dinin gölgesi asıl ihtilafı din çatışması haline dönüştürmektedir. İnsan, doğru düşünceyi üretmeye çalışırken ne yazık ki kendini bu koyu gölgenin etkisinden kurtaramaz. Asırlardır insanlar bazı ideolojilerin peşine takılıp gitmişlerdir. İdeolojileri, eğilip bükülmeyen dogmalar haline getirip, karşı fikirleri tartışmasız reddetmek, insanlığa yakın tarihimizde ne büyük acılar çektirmiştir. Oysa bir çok büyük düşünürün bile, bir dönem peşinden koştuğu bir ideolojiyi terk edip, tam aksi bir fikre yöneldiğini görüyoruz. Demek ki düşünme yetenekleri gelişmiş, düşünceleri hiçbir Şeyin etkisinde kalmaması gereken bu yetkin düşünürler bile gölgelerden kendilerini koruyamıyorlar. Bir çok ünlü sanatçı, yazar, ideolojilerini sanatın önüne koyduklarında etkinlikleri ve sanatın güzelliği gölgelenir. Bu sanatçılar ve edebiyatçılar çok daha geniş kesimlere ulaşabilecekleri halde, sadece kendi yoldaşları veya dava arkadaşları tarafından okunmak ve izlenmek gibi dar bir kulvara kendilerini hapsederler. Vermeye çalıştıkları mesajlar, yaymaya uğraştıkları fikirler, hep o ideolojinin gölgesinde ve etkisinde kalır ve evrensel olabilecekleri halde ya bölgesel ya da yüzeysel olmaya mahkum olurlar. Genel hüsnükabuller, ulusallaşmış sevgiler, şöyle veya böyle vurulmuş damgalar bizi tek istikamette düşünmeye şartlandırır.
Mevlana hakkında ne düşünürüz? Olumsuz tek bir şey düşünmeyiz. Hatta onu Hazreti Mevlana diye anar, hazret zırhına sokarız. Mevlana ve diğer erenlerin yazdıklarını, söylediklerini, yaptıklarını hiç irdelemeden en güzel örnekler diye ortaya sereriz. Peki nerede bu tezin antitezi! Paradoks gibi gelse de, biri çıkıp “Bu mistikleri bu milletin başına kim musallat etti?” dese, çıkacak tartışma, bazı bulutların, gölgelerin dağılmasını, biraz daha aydınlığa çıkılmasını sağlayarak, gözden kaçmış ayrıntıların fark edilmesi sonucunu doğurmaz mi? Hem, tezimizde sağlamsak bir antitezle birlikte tartılıp ne kadar ağır olduğumuzu kanıtlamış olmaz mıyız? Biz insanlar özellikle sanatçılara ve devlet adamlarına bazı damgalar vururuz ya da vurulmuş damgaları tartışmasız kabul ederiz. Artık o insanların gerçek kimlikleri önemini yitirir ve biz onları sadece o damgalarıyla birlikte değerlendiririz.
Mesela ünlü Şairlerimiz Necip Fazıl ve Nazım Hikmet’in alınlarındaki damgalar neyin nesidir? Sadece bu damgalar yüzünden bahsini ettiğimiz bu şairlerin birini severek okuduğu halde diğerinin tek bir şiirini bile bilmeyen çoktur.
Hitlerveya Mussolinin alınlarındaki kanlı faşist damgalarını görmezden gelerek tarafsız bir gözle onları yeniden değerlendirebilir miyiz? Özgürlük savaşçısı olarak bildiğimiz halk kahramanları, gerçekten halklarına mutluluk ve refah sağlayabilmişler midir? Yoksa kendileri için oluşturdukları karizma dışında sonuç sadece kan ve gözyaşı midir? Doğru cevaplar ne yazık ki bazı gölgelerin altındadır.
En güzel bayrak bizim bayrağımızdir. Evrensel estetik kurallar bir yana milli duygularımız bizi böyle düşünmeye sevk eder.
Bizim takım çok iyi oynadığı halde hakem hataları yüzünden kazanamaz. Penaltı verilen pozisyon bir taraftara göre yüzde yüz haklı, diğer taraftara göre hakem faciasidir.
Ulusallaşan sevgiler ve fanatikleşen taraftarlık bizim salim düşünmemizi gölgeler. Geçmişte olmuş olayların yarattığı sendromlar bizim bir yerlere bağlanıp kalmamıza sebep olur. Aklımızı oradan kurtaramayız. Savaş, işgal ve soykırım olaylarının yarattığı sendromlardan ne ülkeler ne insanlar kurtulabilmektedir. Yeni cumhuriyetimiz uzun süre kapitülasyon sendromu yaşamıştır. Ermeniler bunca yıl geçmiş olmasana rağmen sözde bir soykırım kurgusunun önünde yuvarlanıp gitmektedirler. Oysa yakın geçmişte birbirlerine büyük zararlar vermiş Amerika ile Japonya , Fransa ile Almanya bu sendromları aşmış birbirlerine ekonomik partner olmuşlardır. Doğru düşünmek için bilgilerimizden yararlandığımız halde bazen de bilgilerimizin gölgesinde kalırız. Zararlı bakterilere benzeyen bu bilgiler, bizim aklımızı içten içe kemirir. Bilmiyorum Şu küçük hikaye meramımı anlatmaya yararlı olur mu:
Bir Hıristiyan genç ile bir Yahudi genç çok iyi arkadaşmışlar. Bir gün Hıristiyan olan, Yahudi olan arkadaşını dövmeye başlamış. Şaşkına dönen Yahudi, sebebini sorduğunda arkadaşı; “siz bizim peygamberimizi çarmıha germişsiniz” demiş. Yahudi “ama o 2000 yıl önceydi” deyince, “Olsun ben yeni öğrendim” demiş diğeri.
Bir de kendimle ilgili bir örnek vermek istiyorum:
Ben Egeliyim, Aydin’lıyım. Okuyup öğrendiklerim bir yana kurtuluş savaşı öncesi gerçekleşen Yunan işgali ile ilgili olarak büyüklerimden dinlediğim hikayeler beni öyle etkilemiş ki ben asla bir Yunan adasına veya Yunanistan’ın herhangi bir yerine gitmem. Benim yurdumu işgal etmiş insanların ülkesini ziyaret edip onlara bir yararım dokunmasını istemem. Tavernalarda çalınan Yunan müziklerinden rahatsız olurum. IŞIĞI üzerime tutuyorum, üzerimdeki gölgelerin farkına varıyorum, ama gölgeleri dağıtamıyorum . Bir türlü olaya karşı tarafın gözüyle bakamıyorum. Ama bu konuda gayret gösteriyorum ve sanırım bir gün bu gölgelerden kurtulacağım. Uzmanlık alanlarımız ve mesleklerimizin de bizi gölgelediği olur. Hepimizin öyle veya böyle bir mesleği vardır. Bir konuyu değerlendirirken mesleğimiz de bizi gölgeler. Bir askere göre öncelikle işin savunma ve güvenlik yönü düşünülmelidir. İşin ekonomisi kolaylıkla göz ardı edilebilir. Bir hukukçu için adalet bütçeden en büyük payı almalıdır.
Mühendisler için yatırım ve kalkınma ön plandadır. Fukaralıkta ne savunma olur ne adalet çalışır ve anayasalar arada bir delinse de bir şey olmaz.
Doktorlar önce sağlık, eğitimciler önce okul der. Hasılı neyimiz varsa onun bir gölgesi var ve bizi etkiler. Gölgeler ve örnekler çoğaltılabilir. Bu durumda gerçeğe ulaşmamızı engelleyen gölgelerden nasıl kurtulacağız.
“Güneşi görmek istiyorsan gölgeden çık” demiş Konfiçyüs.
İyi güzel de insan aklının üstündeki gölgeler ağaç gölgesi gibi değil ki birkaç adim atarak kurtulalım. Bu gölgeler benliğimize işlemiş, biz nereye gidersek gidelim bizi izliyor.
Çare kendini bilmek, üstümüzdeki, içimizdeki gölgeleri de bilmektir. Kendimizi bilmek için üzerimize tutacağımız bir ışığa ama gölge yaratmayan bir ışığa ihtiyacımız var. Aklımızı ve düşüncelerimizi, bu gölgesi olmayan ışık sayesinde gölgelerden kurtaracağız.
|